Filistin Barış Görüşmelerinin İsrail Siyasetine Etkileri

Ceyhun Çiçekçi, Araş. Gör. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi
Filistin barış görüşmeleri, uzun ve başarısız geçmişiyle gelenekselleşmiş (hatta sektörleşmiş) ve artık pek kimsenin umut bağlamadığı bir girişim. Fakat buna rağmen, ağırlıkla ABD sponsorluğunda gerçekleştirilen görüşmelerin 2013 Temmuz'unda başlatılan sonuncusu da akamete uğradı ve herhangi bir sonuç alınmaksızın askıya alındı.
 
İsrail siyaseti perspektifinden konuya yaklaşıldığında, Filistin Sorunu'yla hemen hemen yaşıt bir siyasal yaşamdan (Yishuv dönemi de dahil edilebilir) bahsedileceği için, her siyasal hareketin ve partinin söz konusu sorun hakkında bir söylemi de hali hazırda mevcut bulunuyor. Hatta Filistin Sorunu İsrail siyasalı özelinde o denli radikal öneme haiz ki partilerin bu sorun karşısında aldıkları pozisyon, kurguladıkları söylem ve nihayetinde ortaya koydukları pratikleri, İsrail siyaset spektrumundaki koordinatlarını da ele veriyor. Aşırı sağdan aşırı sola uzanan siyasal yelpazede, herhangi bir siyasal partinin sadece Filistin Sorunu'na yönelik olarak ifade bulan yaklaşımlarına yaslanılarak söz konusu partinin siyasal konumu da rahatlıkla keşfedilebilir. Bu bağlamda net bir şekilde ifade edilebilir ki İsrail siyasetinin temel belirleyicilerinden biri, kesinlikle Filistin Sorunu'dur.
 
Naftali Bennett Paradoksu
 
Güncel İsrail siyaseti, konjonktürel anlamda, barış görüşmelerine görece mesafeli bir pozisyonda bulunuyor. Hükümeti oluşturan partiler, Tzipi Livni'nin Hatnuah'ı istisnayı temsil edecek şekilde, barış görüşmelerine genel anlamda istekli ve hazırlıklı değildi. Başta Binyamin Netanyahu'nun Likud'u ve onunla ittifak içinde bulunan Avigdor Lieberman'ın Yisrael Beiteinu'su olmak üzere koalisyonun diğer ortakları Yair Lapid'in Yesh Atid'i ve Naftali Bennett'in HaBayit HaYehudi'si söz konusu görüşmelere mesafeli yaklaştılar. Koalisyonun en küçük ortağı olarak Hatnuah ise zaten barış görüşmelerinin potansiyel yürütücüsü misyonuyla "istihdam" edilmişti ve bu görevini Tzipi Livni'nin delegasyon liderliğiyle yerine getirmiş oldu.
 
Özellikle Naftali Bennett'in HaBayit HaYehudi partisi, bu partinin temsil ettiği kitleler ve kurguladığı söylem, iki devletli bir çözümü zaten öngörmüyordu. Bennett liderliğinde kurulacak olası bir koalisyonun ilk icraatlarından birisi kuşkusuz Batı Şeria'da Yahudilerin yoğunlukla yaşadıkları C Bölgesi'ni ilhak etmek ve burada yaşayan Filistinli Araplara İsrail vatandaşlığı opsiyonu sağlamak olacaktır. Bennett, daha önceleri "İsrail İstikrar İnisiyatifi" ismini verdiği programında söz konusu siyasal projeksiyonunu da açıklamıştı. Nihayetinde, Bennett'in ve partisinin temsil ettiği kitlelerin ağırlıkla yerleşimcilerden oluştuğunu ve yerleşim siyasetini yönlendiren ana birim olarak İskan ve Yapı Bakanlığı'nın (Bakan Uri Ariel, Batı Şeria'daki yerleşimlerin temsil edildiği Yesha Konseyi'nin eski sekreterlerindendir) söz konusu partinin elinde olduğunu dikkate almak gerekiyor. Hatta Tzipi Livni de görüşmelerin belirli bir safhasında Uri Ariel'in söylem ve icraatlerini eleştirmiş ve barış görüşmelerinin önündeki en büyük engelin kendileri olduğunu ifade etmiştir.
 
Ayrıca Bennett, barış görüşmeleri sürecinde defaatle Netanyahu liderliğindeki hükümeti tehdit ederek, istekleri doğrultusunda bir politika benimsenmez ise hükümetten çekilebilecekleri yolunda açıklamalarda bulunmuştur. Lieberman'ın dahi tepkisini çeken bu gelişmeler, popülist bir siyaset figürü olarak Bennett'in temsil ettiği siyasal kitlelerle paradoksal bir süreç yaşadığını da kanıtlamaktaydı. Ağırlıklı olarak yerleşimcilerin temsilcisi olarak boy gösteren Bennett için Batı Şeria üzerinde varılacak nihai bir anlaşma ve İsrail'in 1967 sınırlarına geri çekilmesinin gündeme gelmesi dahi ontolojik bir problemi beraberinde getiriyor. Siyaset, (indirgemeci bir tavırla) Makyavelist bir perspektiften, toplumsal kliklerin salt menfaatlerinin temsili olarak okunduğunda, Bennett'in barış görüşmeleri ile birlikte içerisine düştüğü paradoks daha net bir biçimde görülebilir. Filistin tarafının da oldukça farkında olduğu bir olgu olarak İsrail'de hükümet eden hali hazırdaki koalisyon, barış görüşmelerinin sürdürülebilmesi açısından dahi sorunlu bir bileşimi temsil ediyor.
 
Siyasal Opsiyonlar
 
Peki bu sorunu çözebilecek, en azından görüşmeleri sürdürebilecek bir koalisyon konfigürasyonu imkansız mı? Bu soruya İsaac Herzog'un verdiği yanıt kayda değerdir. İşçi Partisi'nin (HaAvoda) liderliğini yakın bir zaman önce Shelly Yachimovich'ten devralan Herzog, Hatnuah ve Yesh Atid'e koalisyondan çekilmeleri ve İşçi Partisi liderliğinde yeni bir koalisyon hükümetinin kurulması çağrısında bulundu. Herzog'un haklı olarak eleştirdiği husus, özellikle Hatnuah'ın ve dolayısıyla Tzipi Livni'nin barış görüşmelerindeki başarısızlıktan sonra koalisyonda durmalarının siyaseten rasyonel olmadığı tespitine dayanıyor. Barış görüşmelerinin akamete uğraması neticesinde görüşmelerdeki İsrailli delegasyonun lideri olan Livni, bu bağlamda sıkça eleştirilerin hedefi olmaktadır. Yalnız Herzog söz konusu iki partiyle anlaşmış olsa dahi hükümet kurabilmek için minimum sandalye sayısı olan 61'e ulaşamayacak. Herzog'un bu noktada Haredi partilerine yönelmesi söz konusu. Ultra ortodoks partiler olarak, Sefardimlerin temsil edildiği Shas ve Aşkenazilerin temsil edildiği Birleşik Tevrak Yahudiliği'ni olası koalisyona davet etmeyi planlayan Herzog, barış görüşmelerindeki performansın vasatlığından faydalanmayı düşünüyor. İsrail siyasetinin anomali olarak algılanabilecek bir özelliği de söz konusu ultra ortodoks partilerin sol partilerle koalisyona gidebiliyor olmalarıdır. Bu bağlamda, Herzog'un planı kabul görebilir ve Knesset'te hükümetle muhalefet arasında bir yer değişimi söz konusu olabilir.
 
Yisrael Beiteinu lideri Avigdor Lieberman'ın da koalisyon hükümetinin sürdürülmesi noktasında tereddütleri bulunuyor. Jerusalem Post'un New York'ta gerçekleştirdiği konferansta konuşan Lieberman, siyaseten önlerinde 3 ayrı opsiyonun bulunduğunu belirtti. Bunlardan ilki Filistinli mahkumların salınmasına devam edilmesi, ikincisi yeni bir koalisyon hükümeti kurulması ve üçüncü seçenek olarak da genel seçimlere gidilmesi olduğunu açıkladı. Lieberman'a göre bu üç ayrı opsiyondan genel seçimlere gidilmesi en makul olanı. Koalisyonun ve hatta Netanyahu'nun seçim ortaklarından Lieberman'ın da hükümetin geleceğine dair negatif bir görüşe sahip olması, Netanyahu liderliğindeki koalisyon hükümetinin yakın gelecekte dağılma olasılığını yükseltiyor. 2013 yılında yapılan genel seçimlerle oluşan Knesset aritmetiği, potansiyel hükümetlere olanak sağlamakla birlikte erken bir genel seçim olasılığı da gündeme getirilmiş durumda.
 
Olası Genel Seçim ve Sonuçları
 
Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas'ın barış görüşmeleri süreci içinde yapmış olduğu açıklamalar, İsrail'de gerçekleştirilecek olası bir genel seçimde sağ partilere malzeme sağlayabilecek türden. Filistin Yönetimi'nin 15 ayrı uluslararası antlaşmaya imza koyarak de jure devletleşme sürecinden de öte özellikle HAMAS ile sağlanan birleşme antlaşması, Filistin Yönetimi'nin temsil yeteneğini arttırmakla birlikte İsrail sağına da aradığı fırsatı vermiş gibi duruyor. HAMAS'ın hali hazırda İsrail'i tanımaması, başta hükümet lideri Netanyahu olmak üzere diğer sağ partilerin de elini güçlendiriyor. Abbas açısından, HAMAS ile imzalanan birleşme antlaşmasının İsraille yapılacak olası barışa "tercih edildiği", başta Netanyahu olmak üzere pek çok siyasi tarafından dile getiriliyor. Bu noktada, HAMAS "tabusunun" İsrail sağı tarafından başarıyla kullanıldığını da not etmek gerekiyor. HAMAS mensuplarından gelen İsrail'in tanınabileceği minvalindeki çelişkili açıklamalar ise netlik kazanmadığı ölçüde fonksiyonellik arz etmeyecek. Uluslararası konjonktür de bu bağlamda İsrail sağının söylemine yakın duruyor. Fakat Filistin Sorunu'nun bir realitesi olarak HAMAS'ın ve hatta İslami Cihad'ın sisteme dahil edilmediği bir politik atmosferde barış girişimlerinin başarı şansı da oldukça düşüyor. Soruna yönelik gerçekçi bir çözüm perspektifi geliştirmek, ancak HAMAS ve İslami Cihad gibi kitleleri temsil yeteneğini haiz oyuncuların masaya oturtulması ve kartların yeniden karılıp dağıtılmasıyla mümkün görünüyor. Siyasetin temel paradigması olarak, temsil edilmeyen veya oyunun dışında tutulan kitlelerin kurulu düzene yönelebilecek potansiyel tehditleri barındırabileceğinin de politik tecrübeler ışığında bilinmesi ve hatırlanması gerekiyor.
 
Bütün bu güncel gelişmelere ek olarak, barış süreci başlamazdan evvel İsrail'de yapılan kamuoyu yoklamalarında Filistinli mahkumların salıverilmesine yönelik ekseri bir tepki söz konusuydu. Hatta Filistinli mahkumların salıverilmesinin referanduma götürülmesine dair yasa teklifi dahi verilmişti. Ayrıca bahsi geçen Fetih hareketinin HAMAS ile birleşme antlaşması, muhtemelen İsrail kamuoyunu olumsuz etkileyecek ve İsrail sağını daha da güçlendirecektir. Bu noktada belirtilmesi gereken bir diğer husus ise HAMAS "tabusunun" diri tutulabilmesinin altında yatan önemli gerekçelerden birinin de Gazze'den İsrail'in güney bölgelerine yönelik gerçekleştirilen roket atışlarıdır. Söz konusu roketler, teknolojik anlamda kullanışlılığa sahip olmasa ve herhangi bir yaralanma veya insani kayba sebep olmasa da HAMAS "tabusunun" güncellenmesine, her yeni fırlatılan roketle birlikte toplumda yerleşik korkuların yeniden üretimine ve nihai olarak HAMAS'ın güvenlikleştirilmesine hizmet etmektedir. Bu gerçeğin dikkate alınması, İsrail siyasetindeki sağ figürlerin görece güç kaybetmesi ve dolayısıyla potansiyel barış görüşmelerinin selameti açısından elzemdir.