FKÖ, El-Fetih ve 6. Kongre: Kim Neyi Temsil Ediyor?

M. Serkan Taflıoğlu, ORSAM Ortadoğu Uzmanı
1948 yılında İsrail’in Filistin topraklarını işgali ile başlayan süreç bugün sayıları 4 milyonu aşan Filistinli mülteci meselesini ortaya çıkarmıştır. Filistinliler özellikle Arap devletleri olmak üzere birçok ülkeye mülteci olarak yerleşmiştir. Bu durum Arap devletlerinin sosyo-politiğini ve rejimlerini birçok açıdan etkilemekteydi. 1957 yılında Yaser Arafat, Kuveyt’te bir mühendis olarak çalışırken 6 kişilik bir şura ile El-Fetih örgütünü kurmuştur. Arapça, “Filistin Vatanını Özgürleştirme Hareketi” harflerinin kısaltılması ile El-Fetih ismi oluşturulmuştur. Bu hareketin temel felsefesi Filistin’in işgalden kurtulması için silahlı mücadele idi. Hareket Arap ülkelerinde sesini duyurmak için o dönem gizli aylık bir dergi çıkarmaktaydı. Arafat bir an önce silahlı mücadelenin başlaması için Suriye ve Cezayir’den silah temin etmeye çalışıyordu. Fakat Arap rejimleri Filistin hareketinin kendi denetimlerinden çıkmasını istemiyordu. Hatta o dönem Arafat bir kaç defa bölgeye silah götürürken tutuklanmıştı.   Hareket içinde bir görüş mücadelenin silahla diğer bir görüş Arap devletlerinin desteğiyle yürütülmesini savunuyordu. Bunun üzerine Arap devletleri 1964 yılında Abdul Nasır’ın önderliğinde Filistinlileri tek çatı altında toplayıp daha örgütlü bir mücadele yürütmeleri ve bir açıdan kendi denetimlerinde tutmak için “Filistin Özgürleştirme Örgütü”nü kurmuşlardır. Türkiye’de o dönem yaygın olan sol jargonun etkisiyle örgütün adı Türkiye’de “Filistin Kurtuluş Örgütü” olarak kullanılmıştır. Özgürleştirilmek istenen toprak, 1948 sonrası İsrail devletinin kurulması ile işgal edilen toprakları kapsamaktadır. Bu çerçevede tüm dünyadaki Filistinliler örgütün merkezi yönetimine kendi temsilcilerini seçerek gönderecekti. 1967 yılında Arap ordularının İsrail karşısında aldıkları mağlubiyet İsrail’e karşı gayri nizami harbin ön plana çıkarılmasına sebep olmuştur. Bu doğrultuda, 1968 yılında Filistinlilerin İsrail ordusu ile çatışmaları sonucu El-Fetih’in ve Arafat’ın adı duyulmaya başlamıştır.   Filistin sınırı Filistin Milli Şurasının 1968 yılında ilan ettiği ve bir nevi örgütün anayasası kabul edilen bildirinin ikinci maddesinde belirtilmektedir. Buna göre Filistin sınırları İngiliz manda dönemindeki sınırlardır. Bu ifade doğal olarak İsrail kurulmadan önceki tüm Filistin’i kapsamaktadır.   Bu bildirinin 8.maddesi ise gerek Filistin içinde gerekse dışında bulunan Filistinli güçlerin “Filistin’in özgürleştirilmesi için Siyonist ve Emperyalist işgale karşı birleştirilmesi” gerektiğinden bahsetmektedir. 9. madde ise “Filistin’i özgürleştirmenin tek yolunun silahlı mücadele olduğu” açıkça ifade edilmektedir. 10. Maddede de “komando faaliyetlerinin Filistin özgürleştirme savaşında ana çekirdeği oluşturduğu” belirtilmektedir.   Bu süreçte, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdul Nasır Arafat ile görüşerek örgüte silah yardımına başladı. 1969 yılında Rabat’ta gerçekleştirilen Arap zirvesinde Filistin’i Özgürleştirme Örgütü’ne (FKÖ) bir devlet protokolu uygulanmaya başlandı. Aynı yıl Arafat örgütün “Merkezi Yürütme Meclisi Başkanı” seçildi. Arap Zirvesinde örgütün yürütme meclisi başkanına devlet başkanları ile aynı sırada yer verildi. Bu durumda Arafat ve örgütün Müslüman ve Arap kamuoyunda artan itibarı etkili olmuştu. Fakat 1970 yılında Ürdün’de bulunan çok sayıda Filistinli bulunması, siyasi tarihte “Kara Eylül” olarak bilinen olayın yaşanmasına sebep olmuştur.   FKÖ ve Filistinlilerin artan silahlı gücü Ürdün hükümeti ile çatışmaya sebep olmuştur. Bunun ardından örgüt karargahını Lübnan’a taşımıştır. Filistinlilerin kendi başlarına mücadele vermeleri bölgedeki Arap rejimlerinin itibarını sarsmaktaydı. Buna ek olarak Mısır, Ürdün, Suriye ve Suudi Arabistan gibi devletler örgüt üzerinde kendi hakimiyetlerini kurmak istemekteydi. Ortak hedef Filistin’in işgalden kurtulması olsa da, Arap devletlerinin kendi ve örgüt ile aralarında ideolojik anlayış farklılıkları bulunmaktaydı. 1973 yılında Arap devletleri 1967 savaşında kaybettikleri toprakları almak için İsrail’e ortak bir saldırı düzenledi. Bu savaşta da topraklarını geri alamayan Arap devletleri artık örgüte ve Filistinlilerin gayri nizamı savaşa desteğini arttırmak durumda kaldılar. Bu durum örgütün itibarının uluslararası alanda daha da artmasına sebep oldu. FKÖ, 1974 yılından sonra diğer devletlerde diplomatik temsilciler bulundurmaya başlamış ve kendini Filistin halkının tek temsilcisi olarak kabul ettirmeye başlamıştır. 13 Kasım 1974 yılında Birleşmiş Milletlerdeki konuşmasından sonra Yaser Arafat Filistin halkının resmi temsilcisi konumuna gelmiştir.   Esas itibarı ile FKÖ tüm Filistinli siyasi ve ideolojik grupların katılımı ile oluşturulmuş ve bu amaçla kurulmuştu. Fakat Yaser Arafat’ın hareketin başkanlığına geçmesiyle diğer gruplar örgütten uzaklaşmaya, El-Fetih güçlenmeye ve örgüte hakim olmaya başlamıştır. Burada vurgulanması gereken önemli bir nokta FKÖ ve El-Fetih’in ana hedefinin silahlı direniş ve mücadele olduğunun tüm belgelerinde belirtilmesidir. Bu silahlı direniş anlayışı ise tüm Filistinli grupları birleştiren bir hedeftir. Fakat Yaser Arafat’ın İsrail işgali ile Lübnan’dan çıkmak zorunda kalıp Tunus’a yerleşmesi coğrafi olarak bölgeden uzaklaşmasına sebep olmuştu. Bunun üzerine diplomatik görüşmelere başlaması şartıyla Arafat’ın tekrar bölgeye dönmesine izin verildi. 1990 yılında Madrid görüşmeleri ile başlaya süreç Arafat ve İsrail arasında 1993 yılında Oslo Anlaşması ile son buldu. Tabi bu süreçte daha önceden etkin olan fakat İsrail’e karşı ortak silahlı direniş yürütüldüğü için örgüte doğrudan cephe almayan İslami direniş hareketleri kendi silahlı mücadelelerini İsrail’e karşı devam ettirdiler. Başta HAMAS olmak üzere birçok Filistinli grup Oslo Anlaşması’nı tanımadıklarını ilan etti.   Yaklaşık 40 yıldır örgütü El-Fetih’in yönetmesi ve ardından işgal bitmeden İsrail ile barış anlaşması imzalanması El-Fetih ile diğer Filistinli direniş grupları arasında silahlı çatışmaların başlamasına sebep oldu. Arafat kurduğu özerk Filistin devletinin başkanı olarak, Batı Şeria ve Gazze’de silahlı kolluk kuvveti kurmuştu. İsrail, Arafat’a silahlı polis kuvveti ile “terörist” olarak nitelendirdiği direniş kuvvetlerini bastırmasını istemekteydi. Arafat’ın bu isteğe direnmesi ile İsrail, Batı Şeria’da Arafat’ın evini ablukaya aldı ve 2004 yılından Arafat’ın vefatına kadar olan çatışma süreci başlamış oldu.   Filistin’de 2006 yılında gerçekleşen Meclis seçimlerine HAMAS’ın katılım kararı alması, kendisine hükümeti kurma imkanı vermişti. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas ve El-Fetih HAMAS’ın hükümet olması için, örgütün Oslo Anlaşması’nı ve İsrail’i tanıması gerektiğini çünkü mevcut kurumların bu anlaşma ile kurulduğunu belirtmekteydi. HAMAS ise direnişin ve Filistin topraklarındaki her kurum ve seçimin kendi hakları olduğunu bunun için İsrail’i tanımaları gerekmediğini savunmaktaydı. Ayrıca FKÖ ve El-Fetih’in kuruluş felsefesinde silahlı direnişin ana hedef olduğunu bundan kimsenin vazgeçemeyeceğini belirterek örgüt yöneticilerini suçlamaktaydı. Buna ek olarak örgüt 20 yıldır kongresini yapmamış, bu bağlamda örgütün Filistin halkını temsil etme konusunda meşruiyeti de sorgulanmaya başlamıştı. Diğer bir paradoks ise, Filistin Özerk Yönetimi kendi temsilcilerini seçmeye başlayan bir parlamento ve hükümete sahip ise FKÖ ve El-Fetih’in konumu nasıl değerlendirilecektir. Çünki FKÖ kurulduğu zaman Filistin halkının yasal bir temsilci bulunmamaktaydı ve Filistin Milli Meclisi ve Merkezi Yürütme Kurulları bunun için kurulmuştu. Bu bağlamda Mahmud Abbas, Filistin Özerk Yönetimini güçlendirmek için Arafat’ın vefatının ardından zaten desteğini kaybetmeye başlayan El-Fetih’i zayıflatıp zamanla tasfiye etmeyi düşünebilir.   El-Fetih’in özellikle Filistin dışında yaşayan üye ve yöneticileri, örgütün ana hedefi olan silahlı direniş ile Filistin’in işgalden kurtulması felsefesinden vazgeçmeyeceği kuvvetle muhtemeldir. Fakat Mahmud Abbas yönetimi ayakta kalması için diplomatik görüşmeleri sürdürmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu çerçevede Mahmud Abbas, Amerikan ve İsrail yönetimlerinden destek görmektedir. HAMAS’ın Filistin’de güçlenmesi ve hakim olmasından rahatsız olan Mısır ve Ürdün hükümetlerini buna dahil etmek mümkündür. Bu kongre sonrası El-Fetih’in büyük bir bölünme yaşaması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Ramallah’ta yapılan kongreye ağırlıklı olarak Mahmud Abbas yanlıları iştirak etmiştir. Örgütün temel hedefi silahlı direniş ve silahlı mücadele ile Filistin’in işgalden kurtulması felsefesinden kopmaya başlaması, bu felsefenin El-Fetih içindeki diğer üyeler tarafından yürütülmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu sebeple Abbas, kendilerinin diplomatik görüşme ile çözüm taraftarı olduklarını ama silahlı mücadele haklarının saklı olduğunu ifade etmektedir. Fakat Filistin’de, direniş gruplarına karşı kolluk kuvveti ile mücadele içinde olması inandırıcılığını kaybetmesine sebep olmaktadır. Kongrenin Ramallah’da yapılması Filistin dışından yüzlerce delegenin seçime katılamamasına sebep olmuştur. Ayrıca HAMAS’ın Gazze’deki El-Fetih kongresine katılacakların çıkışına izin vermemesi kongreyi daha da sıkıntıya sokmuştur.   Buna ek olarak HAMAS seçilmiş hükümetini etkisiz hale getirme çabaları sonucu, Gazze’de fiili hakimiyeti ele geçirmesinin ardından Mahmud Abbas, hükümeti yok sayarak, yeni başbakan atamıştır. Bu durum Filistin siyasetini daha da çıkmaza sokmuştur. HAMAS kendisinin Filistin halkı tarafından seçilmiş resmi Filistin hükümeti olduğunu söylemekte ve Abbas’ın başkanlığının ocak ayında bitmesi sebebiyle ilk fırsatta başkanlık seçimlerinin yapılmasını istemektedir.   Özellikle Mahmud Abbas’ın kayıtsız şartsız İsrail ile görüşmelere başlaması El-Fetih içinde ayrılmalara sebep olmuştu. Filistin Özerk Yönetimi polis kuvvetlerinin Ürdün’de eğitilmesi ve Amerikalı uzmanların da bu eğitime katıldığı söylemleri örgüt içinde ve halk arasında rahatsızlığın artmasına sebep olmuştur. Son Gazze saldırılarından sonra ise Abbas yönetiminin İsrail ile görüşme süreci büyük bir çıkmaza girmiştir. Filistin’de Meclis ve Başkanlık seçimleri yapılmadan İsrail ile Mahmud Abbas görüşmeyi kabul etse bile, çözüm adına pek bir anlamı olmayacaktır.