​Irak’ta Bitmeyen “Arap Baharı”

17 Aralık 2010da Tunusta seyyar satıcı Muhammed Buazizi'nin kendini ateşe vermesiyle Ortadoğuyu sarsan Arap “Baharı”nın ikinci dalgası’ olarak tanımlanan olaylar 2018 ve 2019da Sudan, Cezayir, Lübnan ve Irak’ı etkisi altına almıştır. Bölgede yaşanan kargaşanın ardılı olan ve Lübnan ve Irakta hükûmetleri yerinden eden dalga özellikle Irakta köklü değişim talebiyle hâlen canlılığını korumaktadır. ABDnin 2003teki işgali sonrası ortaya çıkan güvenlik, idari, ekonomik, sağlık, sosyal ve altyapı sorunlarının 2014te terör örgütü IŞİDin ülke topraklarının neredeyse üçte birini kontrol altına almasıyla derinleştiği ve sorunlara yeterli çözüm bulunamadığı ülkede protesto kültürünün kalıcı bir fenomene dönüşmesi, geleceğe dair umut işareti olmanın yanında mevcut kırılganlığı perçinleyebilir.

“Arap Baharı”nın Iraktaki Öfke Günleri
1980-1988 arasında İran'la giriştiği savaş, Kuveyt'in işgali, ağır ambargolar, 2003teki ABD işgali ve 2006-2008 arasındaki iç savaşın ağır faturasıyla yüzleşen Irakta bölgenin geri kalanında olduğu gibi 2011in ilk yarısında yolsuzluk, işsizlik, devlet hizmetlerinin yetersizliği, güvenlik sorunları ve ülkedeki ABD varlığına duyulan rahatsızlık gibi taleplerle sosyal medya üzerinden geniş kitlelerin kolayca örgütlendiği “Irak Devrimi” protestoları başlamıştır. Bağdat başta olmak üzere Basra, Musul, Kerkük, Anbar ve Zikar gibi vilayetlerde yapılan protestolar 2010 seçimlerinden sonra uzun bir pazarlık sonunda göreve gelen Nuri el-Malikinin liderliğindeki hükûmet ve yerel yöneticiler açısından önemli bir sınama olmuştur.

ABD'nin ülkeden çekilmesinden sekiz ay önce öfke günü olarak adlandırılan 25 Şubat 2011 Cuma günü yapılan şiddetli protestolara verilen orantısız cevapla çok sayıda göstericinin öldürülmesi adeta bir öfke patlamasına dönüşmüştür. Öyle ki en büyük çatışmalardan birinin yaşandığı Felluce'deki protestolarda 23 kişi öldürülmüştür.

Ayetullah Ali es-Sistani gibi ülkenin önde gelen pek çok din adamının protestoların sonlanması yönündeki çağrılarına rağmen gösterilerde yükselen ivme endişesiyle çok sayıda siyasetçinin ülkeyi terk etmesi, sokağın taleplerinden ziyade kendilerini koruma çabası olarak değerlendirilmiştir. Nitekim dönemin Başbakanı Maliki, yurt dışına çıkan yetkililerin ülkede kalarak mücadele etmesi ve toplumun taleplerine cevap aramaları gerektiğini itiraf etmiştir. Bu süreçte kendi maaşında kesinti yapılması, yaşlı ve yoksullara yiyecek yardımlarının başlaması gibi hamleler yapan Maliki, gelecek 100 gün içerisinde hükûmetin programlarının revize edileceğini söylese de olayların arkasında Saddam Hüseyin destekçilerinin olduğunu iddia etmesi ve bazı yerlerde bu suçlamayla tutuklanmaların yapılması reform beklentilerini suya düşürmüştür.

Mısır, Yemen, Tunus ve Libya gibi ülkelerdeki rejimleri deviren ve Suriye’de hâlen devam eden iç savaşı tetikleyen “Arap Baharı”, öfkeli Iraklıların gündemindeki mezhepçi Şii lider Maliki liderliğindeki hükûmetin istifasını ve ABD öncülüğünde yazılan anayasanın değiştirilmesini sağlamlayamamıştır. Ayrıca, vaat edilen reformların işlevsiz kalması da sokağın öfkesine çarpan etkisi yapmıştır.

“Arap Baharı”ndan “Sünni Baharı”na
2003te ABD işgaliyle köklü değişikliklerin görüldüğü Irakta 2006da iktidara gelen Şii lider Malikinin Sünnilerin siyasi temsilini kısıtlaması, Sünnilerin yaşadıkları bölgelerdeki yatırımları azaltarak onları cezalandırması, artan işsizlik ve yoksulluk problemine duyarsızlığı, çıkarılan terörle mücadele yasasıyla keyfi tutuklamaların yapılması ve terör gruplarına karşı güvenlik önlemleri alma konusunda yetersiz kalması Sünni toplumda devlete karşı olan güven bunalımını derinleştirmiştir.

Özellikle 2012de Sünni liderlerinden eski Irak Maliye Bakanı Rafi İsavinin Fellucedeki evinin Malikiye ait özel birlikler tarafından basılması milat olmuştur. Yine Malikiyi Saddamlaşma eğilimi gösterdiği konusunda eleştiren eski Irak Başbakan Yardımcısı Sünni Politikacı Salih el-Mutlak’ın görevinden alınması ve dönemin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sünni Lider Tarık el-Haşiminin idama mahkûm edilmesi toplumsal gerilimi tırmandırmıştır. Böylece Sünni toplumda biriken öfke 2012'nin sonunda Sünnilerin yoğun yaşadığı Musul, Selahaddin, Kerkük, Anbar ve Diyalada Maliki karşıtı şiddetli protestoları ateşlemiştir.

2013’ün ilk yarısında da devam eden ve Mukteda es-Sadr gibi Şii liderlerden de destek alan protestolar sürerken nisan ayında Malikiye bağlı güvenlik güçlerinin Havicedeki Sünni protesto kamplarını basarak 42 kişiyi öldürmesi, dönüm noktası olmuştur. İki yüzü aşkın insan hayatını kaybettiği protestolarda bu olay sonrası seferber olan Sünni aşiretlerin cihat ilan etmesi, Sünnileri devletten daha da uzaklaştırdığı gibi IŞİDin Sünni bölgelerde taraftar bulmasını kolaylaştırmıştır.

Demokrasi Feneri” ve IŞİDin Yükselişi
Mezhepçi söylemi nedeniyle toplumsal fay hatlarını derinleştiren Malikinin başbakanlığının son döneminde güvenlik bürokrasisini kontrol etme hevesi nedeniyle Savunma ve İçişleri Bakanlıklarına vekâlet etmesi ve Irakta oluşan güvenlik boşlukları Irak ve Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) büyük fırsat sunmuştur. Öte yandan, Malikinin mezhepçi politikaları nedeniyle Musul, Anbar ve Selahaddin gibi Sünni yoğunluklu yerlerde özerk bölge talepleri dahi olmuştur. Nitekim Haziran 2014te IŞİDin Musulu ele geçirmesiyle Irak ordusu kenti bırakıp kaçmış ve IŞİD ülkenin neredeyse üçte birini kontrol altına almıştır. İşgal sonrası bölgenin “demokrasi feneri” olacağına ilişkin söylemlere rağmen Iraktaki ayrılıkçı yönetim, ABDnin kurduğu kota sistemi ve 2003 işgalinden sonra kötü deneyimler ve Suriye'deki gelişmeler ülkeyi adeta IŞİDin sığınağına dönüştürmüştür.

2011deki “Arap Baharı” protestolarındaki taleplerden biri de ABDnin ülkeden çıkarılmasıyken 2011 yılı sonunda ülkeden askerlerini çeken ABDnin desteği olmadan IŞİDden kurtulmanın mümkün olmadığının anlaşılması, ABDnin ülkedeki kötü mirasını ve Maliki hükûmetinin ayrıştırıcı siyasetini tescillemiştir. Nitekim ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin yaklaşık dört yıl çoğunlukla Sünnilerin yaşadığı kentleri yıkıma uğratan IŞİD ile mücadeleyle ülke terör örgütüne karşı zafer elde edebilmiştir. Ancak 2003 sonrası siyaset ve toplumsal hayatta oldukça bastırılan Sünni toplum, IŞİD ile birlikte daha da sindirilmiş ve protesto kültürü korku kültürüne dönüşmüştür. Ayrıca nüfusun göç ederek demografik değişimin yaşandığı Sünni bölgelerde sosyal ve siyasal yönelimin farklılaşması milisleşme kültürünü de konsolide etmiştir.

Tahrir Protestoları Yeni Bir Başlangıç
2015in yaz aylarında Sünni bölgeler IŞİDin yıkımıyla yüzleşirken, Bağdat başta olmak üzere ülkenin güneyi ve orta kesiminde Şii nüfus yoğunluklu kentlerde elektrik kesintileri başta olmak üzere temel kamu hizmetleriyle ilgili protestolar sokakları hareketlendirmiştir. Dönemin Başbakanı Haydar el-İbadiyi zor durumda bırakan ve belirli aralıklarla yeniden ortaya çıkan protestolar temel günlük yaşam talepleri olarak görülse de protesto kültürünün yansıtılması açısından önemli görülmektedir. Nitekim 2018de Basra'da şiddet ve kaos ortamına dönüşen benzer protestolar İbadiyi koltuğundan eden önemli nedenlerden biri olmuştur. Zira İbadinin sokağın taleplerini karşılayacak reform çağrılarını yerine getirmemesi nedeniyle Ayetullah Sistani desteğini İbadiden çekmiştir.

IŞİD sonrası İran ve ABD'nin nüfuz savaşına sahne olan Irakta toplum, iktidarla hesaplaşma şansını Ekim 2019da yeniden yakalamıştır. Sosyal medyada lidersiz organize olan ve merkezi başkent Bağdat’ın Tahrir Meydanı olan işsizlik, yolsuzluk, kamu hizmetlerinin yetersizliği ve hükûmetin istifası gibi taleplerle düzenlenen protestolar, Bağdat ve güney vilayetler başta olmak üzere ülkenin birçok yerine yayılmıştır. Özellikle sokağa Şiilerin inerek Şii egemen siyasi düzene meydan okuması şok etkisi yaratmıştır. Nitekim “Arap Baharı”nın ilk dalgasında başarılamasa da son protestolar Başbakan Adil Abdülmehdiyi koltuğundan etmiştir.

Ayrıca, İran’ın ülkedeki etkisine ve Tahran destekli Iraklı milis gruplarına yönelik öfkenin öne çıktığı protestolarda ortaya çıkan milliyetçi, mezhepler üstü ve egemenlik söylemi “Arap Baharı”ndaki onur ve hürriyet vurgusuyla benzeşmektedir. Güvenlik güçleri ve milislerin orantısız şiddeti nedeniyle altı yüzü aşkın protestocunun öldürüldüğü ve sayısız aktivistin suikasta kurban gittiği protestolarda sokaktaki ruh sindirilememekte ve her fırsatta meydanlara inilmektedir. Uzun görüşmeler sonunda siyasi partilerle ilişkisi olmayan Ulusal İstihbarat Kurumu Başkanı Mustafa el-Kazıminin başbakan olmasıyla seçim yasasının değiştirilmesi ve erken seçime gidilmesi gibi protestocuların bazı taleplerinin dikkate alınması sokağın beklentilerinin daha fazla görmezden gelinemeyeceğini göstermektedir.

Sokak Susturulabilir mi?
Dünya Şeffaflık Örgütünün Yolsuzluk Algısı Endeksi’ne göre 180 ülke içinde 168. sırada olan Irakta genç işsizlik %30lara ulaşmıştır. 40 milyonluk nüfusun %22'si aylık 60 dolardan az gelire sahip olduğu ve yaklaşık 3 milyon insanın günlük gıda ihtiyacını karşılayamadığı Irakta 2004ten bugüne yaklaşık 450 milyar dolarlık kamu fonu buharlaşmıştır. Yine dünyanın dördüncü büyük petrol rezervine sahip olan Irakta üniversite mezunu Iraklı gençler yerine petrol sektöründe yabancı personelin egemen olması, gelir eşitsizliği ve küçük bir zümrenin aşırı zenginliği, elektrik ve su kesintileri olmak üzere basit kamu hizmetlerinin dahi düzgün karşılanamaması dikkate alındığında sokağın tepkisine hak verilecektir.

Diktatörleri yerinden eden “Arap Baharı”, Irakta 2003 işgali sonrası kurulan kota temelli sistemi değiştirmede başarılı olunduğunu söylemek güçtür. Yüzlerce insanın öldüğü son protestolardaki değişim talebi, hükûmeti yerinden etse de ülkenin İran-ABD rekabetinin yol açtığı türbülanstan çıkması ve İran etkisinden kurtulacağına dair ufukta ışık belirmemiştir. Ancak son dalgada görüldüğü üzere sokağın haklı taleplerinden vazgeçmeyeceği ve “Arap Baharı”nın etkilerinin süreceği söylenebilir. Protesto kültürünün toplumdaki güven probleminden dolayı siyasetçilerin açıklamaları veya baskılarla kolaylıkla bitmesini beklemek yanıltıcı olacaktır.