İsrail Siyasetinde Neler Oluyor?

Araş. Gör. Ceyhun Çiçekçi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi
Filistin Barış Görüşmeleri’nin tıkanmasıyla ve Oslo Süreci’nin “bittiğinin” dillendirilmesiyle birlikte ivmelenen şiddet atmosferi, Filistin’e ve İsrail’e görece uzun bir süredir hâkim. Görüşmelerin çıkmaza girmesinin akabinde Kudüs başta olmak üzere Müslüman Arap nüfusun yoğun olarak ikamet ettiği bölgelerde gelişen toplumsal olaylar, günümüzde de olanca hızıyla süregitmektedir. Bu süreçte askeri müdahaleler, polisiye tedbirler, alıkoymalar, yeni yasadışı yerleşimler, yeni eylem biçimleri ve nihayetinde karşılıklı olarak üretilen fiziki/yapısal şiddet hem İsrailli hem de Filistinli yetkililerin hilafına siyasal sonuçlar üretebilmektedir.
 
Bu bağlamda Benjamin Netanyahu, uzun süre direnmesine rağmen hükümeti ayakta tutamayacağını anlamış, koalisyon ortaklarından Yair Lapid’le yaptıkları son görüşmede görüş birliğine varamadıkları için de erken bir genel seçim kararı alınmış ve İsrail siyasetinde yeni bir safhaya geçilmiştir. Gelinen noktayı arka planıyla birlikte analiz etmek, kuşkusuz “sık seçimli” bir demokrasiye sahip İsrail’deki güncel gelişmeleri anlayabilmemiz açısından da önemlidir.
 
Filistin Barış Görüşmeleri’nin Tıkanması ve Sonrası
 
Bu sonuca ulaşan yolda ilk adım, barış görüşmelerinin akamete uğramasıydı. Zahiri olarak, İsrail’in Filistinli mahkûmların periyodik olarak salıverilmesine yönelik “verdiği sözleri tutmaması” ile dağılan görüşmelerle hemen hemen eşzamanlı olarak başlayan toplumsal olaylar, zaman içerisinde değişik yöntemlerle şiddetin dozunu da arttırmıştır. Kudüs’te ve Müslüman Arapların yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde cereyan eden olaylarda pek çok kişi gözaltına alınmış, hapsedilmiş veya öldürülmüştür. Bu süreçte, İsrail Gazze’ye Koruyucu Hat ismini verdiği bir operasyon düzenlemiş ve bu saldırılarda ağırlıklı olarak sivillerin oluşturduğu iki binden fazla Filistinli hayatını kaybetmiştir. İsrail’in Gazze saldırısından sonra da karşılıklı misilleme saldırıları gerçekleştirilmiş, İsrail askerleri Mescid’i Aksa’ya girmiş, sinagog basılarak içeride bulunanlara saldırı düzenlenmiş, tramvay duraklarında arabalı saldırılarda bulunulmuş ve nihayetinde çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir. Kısacası bir şiddet sarmalına dönüşen toplumsal olaylar, İsrail siyasetine de derinden etkilerde bulunmuştur.
 
İsrail siyaseti açısından bakıldığında, yukarıda anılan süreç boyunca Başbakan Netanyahu koalisyon ortakları tarafından sıklıkla eleştirilmiştir. Aşırı sağcı partiler Netanyahu’yu “elini korkak alıştırmakla”; merkez sol partiler ise “orantısız güç kullanmakla” suçlamışlardır. Bu haliyle Netanyahu, siyasal spektrumu geniş bir şekilde temsil eden koalisyonunu bir arada tutmakta zorlanmış ve fakat aşırı sağın taleplerine “göz kırpar” bir profil sergilemiştir. Hatta o kadar ki, Naftali Bennett’in etkin siyaseti neticesinde Netanyahu, sıklıkla Bennett’in gölgesinde kalmış ve muhalefetteki ve koalisyondaki sol partilerin Netanyahu’yu Bennett’in“güdümünde hareket etmekle” suçlamalarına sebep olmuştur.
 
Koalisyonun Yapısı
 
İsrail’de hali hazırda iktidarda bulunan hükümet, 5 ayrı siyasi partinin koalisyonuyla hayat bulmuştur. Benjamin Netanyahu, aşırı sağdan iki parti (Yahudi Evi ve İsrail Evimiz/Ha Bayit Ha Yehudi & Yisrail Beytenu) ve merkez soldan iki partiyle (Gelecek Var ve Hareket/Yesh Atid & Hatnua) koalisyonu kurmuş ve 2013 yılının başlarında hükümeti ilan etmiştir. Koalisyondaki partilerin politik vizyonlarına göz atıldığında, temsil ettikleri kitlelerin taleplerinin partilere yansıdığı ve son kertede bu partilerin politik vizyonunun ve önceliklerinin birbirleriyle uyuşmadığı gözlenmektedir. Söz gelimi, Yahudi Evi partisi yerleşimcilerin temsiliyetine ve dolayısıyla “ihtiyaçlarına” endekslenmişken, Gelecek Var partisinin kaygıları ve öncelikleri daha ziyade İsrail vatandaşlarının hayatlarını kolaylaştırabilecek sosyo-ekonomik tedbirler bağlamına oturmaktadır.
 
Bu partilerin Filistin sorununa yönelik vizyonları da oldukça çeşitlidir. Yahudi Evi ve İsrail Evimiz partilerinin Filistin vizyonu, İsrail’deki Müslüman Arapların Filistin’e mübadelesinden Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin “ilhakına” ya da Batı Şeria’nın tek taraflı bir eylemle “tamamen ilhakına” dek geniş bir yelpazede seyretmektedir. Bu minvalde denilebilir ki, İsrail’deki koalisyon hükümetinin zeminini yok eden gelişmeler, Filistin sorunu bağlamında yaşanan güncel olaylar ve bu olayların “halline” yönelik koalisyon partilerinin yöntem farklılıklarından kaynaklanmıştır. Bu yöntem farklılıkları, koalisyon ortaklarının kamuoyu önünde birbirlerini suçlamalarına ve bir ahenge sahip olmadıklarını ifşa etmelerine sebep olmaktaydı. Bu açıdan, Başbakan Netanyahu’nun hükümet ortaklarına yönelik son dönemlerdeki temel eleştirisi, bir “hükümet edasıyla” hareket edememeleri şeklindeydi.
 
Dış Politikadaki Çıkmaz
 
İsrail dış politikasında ciddi bir çıkmaz olduğu da aşikârdır. Bu çıkmazın en belirgin ayağını ise, Amerikan yönetimine yönelik bariz pozisyon farklılıkları oluşturmaktadır. Siyaseten uzaklığın sembolik temsili olarak, Barack Obama’nın ikinci dönemi için adaylığını açıkladığı süreçte Netanyahu, Amerikan televizyonlarında boy göstermiş ve Obama aleyhine düzenlenen reklam kampanyalarına iştirak etmişti. 2008 Ekonomik Krizi ve akabinde Amerikan önceliklerinin değişimini temsilen yönetime gelen Obama, bölgesel sorunlara daha mesafeli yaklaşmakla kalmamış, yönetimi süresince İsrail’i de oldukça eleştirel bir perspektiften değerlendirmiştir.
 
Temel çatışma alanlarından biri olarak, Obama yönetiminin perspektifine kıyasla, İsrail dış politikasında İran “meselesi” önemli bir yer tutmaktadır. İran’ın nükleer faaliyetlerine devam etmek hususundaki ısrarı, İsrail yönetim çevrelerini rahatsız etmekte olup, İran aleyhine propaganda geliştirerek konuyu güvenlikleştirmeye çalışmaktadırlar. Öyle ki Netanyahu, Birleşmiş Milletler’de yaptığı bir konuşmada, eline karikatür gibi bir bomba çizimini alıp, İran’ın aslında sadece İsrail’e değil, tüm dünya uluslarına yönelik bir tehdit olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Bu makro güvenlikleştirme çabası, Netanyahu’nun hemen bütün iktidarı süresince devam etmiştir. Fakat bu noktada Amerikan yönetimiyle ters düşülmektedir. İsrail askeri tedbirler alarak hızlı bir “çözümü” öngörürken Amerikan yönetimi, İran ile sürdürülen müzakereleri desteklemekte ve İran’ın nükleer faaliyetleriyle ilgili “soruna” diplomatik kanallardan bir çözüm bulunması gerektiğini savunmaktadır.
 
Ayrıca Filistin sorunu bağlamında da Amerikan Yönetimi İsrail’i sıklıkla eleştirmektedir. Barış görüşmelerinin kesintiye uğrayan son raundu için de Amerikan yönetimi İsrail’in daha istekli olması gerektiğini sıklıkla dile getirmişti. Yine Filistin sorunu bağlamında İsrail’in tek taraflı eylemlere kalkışmasını da istememektedir. Bu açıdan, İsrail’in barış görüşmeleri esnasında “Demokles’in Kılıcı” vasfıyla kullandığı işgal altındaki bölgelerde yeni yerleşimler kurma politikası, müzakerelerin hemen her seferinde kuvvetle muhtemel çökmesine zemin hazırlamaktadır. Amerikan yönetiminin bütün itiraz ve eleştirilerine rağmen, İsrail’deki koalisyonun yerleşimci kitlelerini temsil iddiasındaki “küçük fakat etkili” ortaklarından Naftali Bennett ve Yahudi Evi partisinin İmar Bakanlığı’nı elinde bulundurması, konuya bir miktar açıklık getirebilir. Daha güncel bir gelişme olarak, İsrail devletinin “Yahudi Ulus Devleti” olarak ilan edilmesini sağlayacak kanun, sadece Amerikan Yönetimini değil, Amerika’daki öncü Yahudi Diaspora teşkilatlarını da rahatsız etmiştir. Bu yasayla birlikte, İsrail’in bağımsızlık bildirgesinde ifade olunan “demokratik devlet” ilkesinin zedeleneceği ve İsrail’in uluslararası arenada prestij kaybedeceği altı çizilerek ifade edilmiştir.
 
Sonuç
 
İsrail siyasetinin yukarıda anılan siyasal sebeplerden etkilenmemesi neredeyse imkânsızdı. Filistin’de uygulanan fiziki/yapısal şiddet, koalisyonun pamuk ipliğine bağlı doğası ve Amerikan yönetimiyle zıt pozisyonlarda siyaset üretilmeye çabalanması, hükümetin hem içeride hem de dışarıda sorgulanmasına neden olmuştur. Netanyahu’nun 2009’daki seçimler sonucunda kurduğu hükümetle başlattığı iktidar serisi, kuvvetle muhtemel 2015 erken seçimleriyle birlikte sona erecektir. Netanyahu’nun, partisi Likud içerisinden de yoğun eleştirilere maruz kalması, eski İçişleri Bakanı Gideon Saar’ın muhtemel bir alternatif yaratabileceğine yönelik beklentiler, İsrail siyasetinin gündemini de bir anda altüst edebilir. Bu bağlamda Netanyahu’nun siyasi kariyerinin bitme ihtimali bile bulunmaktadır. Bu seçimler, İsrail siyasetinin görünür katmanlarına yeni yüzleri ve yeni söylemleri taşıyabilecek potansiyele sahip görünüyor, yine sağ kulvardan…