Misilleme Eylemleri, Yahudi Değerleri ve İntifada

Araş. Gör. Ceyhun Çiçekçi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, ceyhuncicekci@comu.edu.tr
Filistin Barış Görüşmeleri'nin başarısızlıkla neticelenmesinin akabinde gelişen olaylar, ülkedeki gerilimin daha da yükselmesine neden olmakla birlikte olası krizlere de açık kapı bırakmaktadır. Özellikle Batı Şeria'da yerleşimci olarak yaşamlarını sürdüren 3 Yahudi gencin kaçırılması ve yaklaşık 3 hafta süren yoğun aramalar sonucunda cenazelerine ulaşılması, arama faaliyetleri süresince kenetlenmiş İsrail toplumunu hüsrana ve gerginliğe sevk etti. Buna mukabil, yerleşimci nüfusun radikal unsurları tarafından 3 İsrailli gencin intikamını almak amacıyla, misilleme eylemi adı altında bir Arap gencin diri diri yakılarak öldürülmesi de Arap toplumunu tetikleyen bir unsur oldu. İsrailli siyasetçilerin söz konusu eylem tarzını "Yahudi değerlerine" aykırı olmakla itham etmeleri, olayı bir terör eylemi statüsünde değerlendirmeleri ve nihayetinde Arap gencin ailesine taziyelerini sunmaları da karşı eylemlerin önünü alabilmiş değil. Hali hazırda Kudüs'te ve İsrailli Arap toplumun yoğunlukla yaşadığı bölgelerde gerçekleştirilen gösteriler, yeni bir intifada ihtimalini gündeme getirmektedir.
 
Misilleme Eylemlerinin Arkaplanı
 
Misilleme eylemleri, Batı Şeria'da yerleşimci olarak hayatlarını idame ettiren Yahudi toplumunun radikal bir kesiminin yerleşimlerin ya da yerleşimcilerin "istikbaline" yönelik olası bütün tehditlere karşı geliştirdiği bir reaksiyon biçimi olarak gelişti. Her "olumsuzluğa" karşı fail olarak algılanan fert/topluma veya kurumlara yönelik çeşitli düzeylerde gerçekleştirilen saldırılardan müteşekkil bir eylem tarzı giderek yerleşti.
 
Özellikle Ariel Şaron hükümeti döneminde işgal altındaki Filistin topraklarından tek taraflı çekilme planı (2005) icra edildiğinde, bu eylem tarzı görünürlük kazanmaya başladı. İşgal altındaki topraklarda yaşayan Yahudi yerleşimciler, devletin çekilme eyleminin sahadaki uzvu ve temsilcisi olarak gördükleri İsrail ordusuna yönelik çeşitli saldırılar düzenlediler. Bu nefret o denli büyüktü ki askeri kariyeriyle İsrail siyaset ve toplum tarihinde bir "kahraman" algısı yaratmış olan Şaron dahi bu tek taraflı çekilme eyleminin akabinde "vatan haini" olarak yaftalandı.
 
Söz konusu misilleme faaliyetleri, özellikle yerleşimlere "halel getirebilecek" potansiyele sahip olduğu düşünülen herkese ve her kuruma dönük olarak kurgulanmaktadır. Süreğen bir şekilde devam eden misilleme tarzı da mevcuttur. Bu bağlamda, Batı Şeria'da Yahudi yerleşimleri civarında yaşayan Araplara yönelik sözlü ya da fiziksel saldırılar gerçekleştirilmektedir. Bu saldırılar, kişilerin sahip oldukları mülklere de yönelebilmektedir. Ayrıca Arapların yaşadıkları mahallelerde nefret söylemi ürünü duvar yazılarına da sıklıkla rastlanmaktadır.
 
Yahudi Değerleri Söyleminin Yapısökümü
 
Başta Benyamin Netanyahu olmak üzere pek çok İsrailli siyasetçi, Muhammed Abu Khdeir'in öldürülmesini bir misilleme saldırısı olarak kabul edip, bunun aynı zamanda bir terör faaliyeti olduğunu vurguladılar. Lakin esas önemli vurguyu söz konusu eylem tarzının "Yahudi değerlerine" aykırılığına yaptılar.
 
Yahudi değerleri bağlamında kullanılan jargon, oldukça muğlak ve elastiki bir niteliğe sahip. Göreceli olarak herkesin, her bir "değeri" söz konusu kavram içerisine yerleştirmesi mümkün. Tarihten gelen kesintisiz bir ulusal kimliğin olmadığını ve Yahudi milletinin "icadının" ancak devlet kurulduktan sonra (milli eğitim, milli ordu vb. vasıtasıyla) vuku bulduğunu birlikte düşündüğümüzde söz konusu kavramla muhtemelen din temelli toplumsal ahlaka atıf yapılıyor olabilir. Üzerinde tartışılan konunun bir cinayet olduğunu da göz önünde bulundurursak, başta Tevrat olmak üzere Yahudiliğin teolojik kaynaklarına yönelik bir referansın olduğu iddia edilebilir.
 
Sonuç olarak, Yahudi değerleri gibi sınırları belirsiz ama bir o kadar da güçlü bir kavramla birlikte misilleme eylemlerinin önü alınmak istenmektedir. Söz konusu eylemleri gerçekleştirenlerin, genelleyerek belirtmek gerekirse, radikal milliyetçi-mukaddesatçı bir ideolojiye sahip olduklarını da düşündüğümüzde, Yahudi değerleri kavramının kendi ideolojik bagajlarına ait olduğu ve bir nevi bumerang gibi kendilerini vurduğu söylenebilir.
 
Yahudi değerleri söyleminin etki kapasitesi açısından da değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda, söz konusu söylemin fonksiyonellik seviyeleri de tespit edilebilir. Buna göre;
 
Ulusal seviyede değerlendirildiğinde, misilleme eylemlerinin önü alınamazsa üçüncü bir intifadanın kaçınılmaz olacağını öngörmek zor değil. Hali hazırda da Arap toplumu yeterince kışkırtılmış durumdadır, ve özellikle Kudüs'te gösteriler yoğun bir şekilde devam etmektedir. Yahudi değerleri söylemi, bu aşamada misilleme eylemlerine set çekebilmek ve olası bir intifadanın tetiklenmesini engelleyebilmek adına oldukça fonksiyonel görünüyor.
 
Uluslararası seviyede ise, gerçekleştirilen misilleme saldırılarının uluslararası toplum nazarında İsrail'in mevcut problemli imajını pekiştirebileceği ve devletin prestij kaybına uğrayabileceği düşünülüyor. Bu bağlamda, Yahudi değerleri söylemi üzerinden dışsallaştırılmak istenen bu misilleme eylemi, İsrail devletinin imajına yönelebilecek olumsuz algıları da önleyebilecek.
 
Yeni Bir İntifada mı?
 
Söz konusu misilleme saldırısının niteliği, Arap toplumunu oldukça öfkelendirmiş görünüyor. 16 yaşındaki bir gencin diri diri yakılarak öldürülmesi, zaten geçtiğimiz günlerde sonuçsuz bir şekilde askıda kalan Filistin Barış Görüşmeleri ve dolayısıyla "çöktüğü" ilan edilen Oslo Süreci sonrasında Arap toplumunun ümitsizliğini katmerlemiş bulunuyor. Ayrıca İsrail ordusunun kaçırılan 3 İsrailli yerleşimci genci arama faaliyetleri sırasında yüzlerce Arap'ı gözaltına alması, böylesi bir operasyonun gerçekleştirilmesi için İsrail ordusunun doğru bir enstrüman olmadığını, bölgede yaşayan Arap toplumunun sinir uçlarına dokunabileceğini ve dolayısıyla olası bir kalkışmayı tetikleyebileceğini öne süren İsrailli kimi yazarları haklı çıkarıyor. Hali hazırda süre giden gösteriler, bölgesel konjonktür de göz önüne alındığında, yeni bir intifadanın potansiyelini barındırıyor. Buna ilave olarak, Netanyahu'nun olası bir intifadayı sezinlediğini iddia etmek de mümkün. İsrail'in güney kentlerine yönelik roket atışlarını geçtiğimiz 2 haftada yoğunlaştıran HAMAS'a karşı askeri bir tedbir alınması gerektiğini belirten ve başbakanı "acziyetle" suçlayan hükümet ortakları Avigdor Lieberman ve Naftali Bennett'e nazaran Netanyahu, böylesi bir operasyonun zamanlaması açısından son derece vahim sonuçlara yol açabileceğini düşünüyor olmalıdır. İsrail ordusu, Gazze sınırına yığınak yapmakla birlikte henüz harekete geçmiş değil. Sadece sınırlı hedeflerin havadan vurulduğu operasyonlar devam ediyor. Olası bir kara harekatının doğurabileceği sonuçlar ise Gazze'yle sınırlı kalmayabilecektir.