Suudi Kraliyet Ailesinin Veliaht Prens ile İmtihanı

Muhammed bin Selman’ın Kraliyet ailesi içerisindeki nüfuzunun artması ile birlikte Veliaht Prens’in ülke içerisindeki etkin konumu güçlenmektedir. Veliaht prens olmasının hemen ardından ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi dönüşümü konusunda attığı adımları hızlandıran Muhammed bin Selman, ikinci bir veliaht prens isminin olmayışının da etkisiyle Kral Selman’dan sonra görevi devralacak en önemli isim konumundadır. Veliaht Prens, 2017 yılından itibaren Suudi Arabistan’da Vehhabiliğin yeniden tanımlanması ile dinin devlet yönetimindeki yerinden, Yemen müdahalesinin başlatılması ile krallığın savunmasından ve Aramco’nun özelleştirilmesini içeren Vizyon 2030 ile krallığın ekonomisinden sorumlu olmuştu. Bu çerçevede, olası rakiplerine karşı topyekün bir mücadele başlatan Muhammed bin Selman, her gün hamlelerine bir yenisini daha eklemektedir.

Bu hamlelerin bir diğerini teşkil eden yeni bir tutuklama dalgası gündemdeki etkisini korumaktadır. Henüz 2017 yılında “yolsuzluk operasyonu” adı altında yaşanan ve büyük oranda iş dünyasını hedef alan tutuklamaların etkisi silinmemişken yaşanan son hadise, Riyad’da sadece bir liderlik kavgasının değil, aileler arasında ciddi memnuniyetsizliklerin de günyüzüne çıkmaya başladığının bir göstergesidir.

Kraliyet ailesi içerisindeki operasyonda Kral Selman’ın kardeşi Prens Ahmed bin Abdülaziz ve Nayif bin Ahmed’in yanında daha önceki Veliaht Prens Muhammed bin Nayif ve kardeşi Navaf bin Nayif tutuklanan isimler arasında yer aldılar. Tutuklamaların gerekçesine ilişkin olarak bu isimlerin Muhammed bin Selman’ın krallık içerisindeki pozisyonundan hoşnut olmadıkları ve kendisine karşı bir darbe girişiminde bulundukları iddiası ortaya atıldı. Bu noktada, tutuklamalar ile ilgili açıklamalarda, prenslerin “olumsuz davranışlarına ilişkin birikim” ve “kraliyet ailesi içerisinde disiplinin sağlanması gerekliliği” neden olarak gösterildi. Tutuklama silsilesi, kraliyet ailesi içerisinde nüfuzlu kesimlerin üyeleri dahil 20 kişiyi içerecek şekilde genişletildi ve kısa bir süre sonra ise Suudi Arabistan içerisinde yargı kurumları ve orduyu kapsayacak şekilde 300’e yakın isim yolsuzluk, zimmete geçirme ve benzeri suçlamalardan tutuklandı.

Geçtiğimiz günlerde bahsi geçen tutuklama operasyonlarının nedenine ilişkin birçok spekülasyon ortaya atıldı. Kral Selman bin Abdülaziz’in vefat ettiği yönünde haberlerin yayılması üzerine veliaht prensin görevi devralmaya hazırlandığı spekülasyonu da bunlardan birisiydi. Ancak, özellikle bu spekülasyonun Suudi Arabistan resmi makamlarınca “ciddiye alınarak” etkisiz hale getirilmesine yönelik olarak Kral Selman’ın günlük resmi görevlerini yerine getirirken fotoğrafları medyaya servis edildi.

Tutuklama operasyonlarının sonuçlarının gerek veliaht prensin gerekse Suudi Arabistan’ın ve bölgenin geleceği açısından önemli ihtimalleri barındırdığı söylenmelidir. Birinci ihtimal, tutuklamaların Muhammed bin Selman’ın krallığın başına geçmesinin hızlandırılması ile ilgilidir. Buna göre, Muhammed bin Selman kral olmak amacı ile rakiplerini elimine etme yolunu seçmekte ve buna yönelik adımlar atmaktadır. İkinci ihtimale göre, Muhammed bin Selman tutuklamalar ile hem ülke içerisinde hem de kraliyet ailesi içerisinde nüfuzunu pekiştirmek suretiyle veliaht prenslik konumunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu minvalde, son tutuklamalar 2015 yılından bu yana devam eden sürecin bir halkasını oluşturmaktadır. Üçüncü ihtimal ise, Muhammed bin Selman’ın tutuklama operasyonlarını dış politikadaki sıkışmışlığı aşabilmek adına bir koz olarak kullanmak istemesidir.

Birinci ihtimali güçlendiren etkenler tutuklanan isimlerden Prens Ahmed bin Abdülaziz ve eski Veliaht Prens Muhammed bin Nayif ile ilgilidir. Kral Selman’ın kardeşi Ahmed bin Abdülaziz’in, Sudayri Yedilisi’nden birisi olması hasebiyle krallık görevine gelme noktasında bir hakkı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu nedenle Ahmed bin Abdülaziz, Londra’da yaşadığı günlerde konutunun önünde biriken protestoculara yaptığı açıklamalar yolu ile görevdeki kral ve veliaht prens ile kendisi arasına mesafe koymuş ve Suudi Arabistan’ın uluslararası anlamda prestij kaybına sebep olan Yemen müdahalesini eleştirmişti. Ahmed bin Abdülaziz’in gerek kral ve gerekse veliaht prens ile arasına mesafe koymasını, ileride krallığın kendisine geçmesi halinde yaşanan prestij kayıplarına ket vurmak istemesi şeklinde yorumlamak yanlış olmayacaktır. Zira, Ahmed bin Abdülaziz’in Londra’dan Riyad’a döndükten sonra çeşitli zamanlarda Kral Selman ile yaptığı görüşmelerde veliaht prensin meşruluğunu kabul etmeyi ve odasına veliaht prensin portresini asmayı reddettiği iddia edilmektedir. Halihazırda 2017 yılında Biat Heyeti’nin veliaht prensi onaylama aşamasında Muhammed bin Selman’a olumlu oy kullanmayan üç isimden birisinin Ahmed bin Abdülaziz olduğu hatırlanmalıdır. Bütün bu sebeplerden ötürü, Ahmed bin Abdülaziz’in, etrafında birçok kraliyet ailesi üyesini toplayabileceği iddia edilmektedir. Yurt dışında yaşamını sürdüren pek çok Suudi Arabistan liderliği muhalifi kişi de bu iddiayı doğrulayan açıklamalarda bulundu. Bu sebepten, Ahmed bin Abdülaziz’in Muhammed bin Selman için bir rakip olarak görüldüğü savunulabilecektir.

Ahmed bin Abdülaziz’in yanı sıra bir diğer önemli isim ise Muhammed bin Nayif’tir. Eski  veliaht prensin de Ahmed bin Abdülaziz gibi krallık görevine yükselme şansının bulunması, kendisini Muhammed bin Selman için birincil derecede tehlikeli bir kişi haline getirmektedir. Tıpkı Ahmed bin Abdülaziz gibi, Muhammed bin Nayif’in de Kraliyet ailesi içerisinde birçok ismi birleştirebileceği ve liderlik yapabileceği iddia edilmektedir. Ancak, Muhammed bin Nayif’in 2017 yılından sonra yakın korumalarının Muhammed bin Selman tarafından atanan isimler ile değiştirilmesi ve prensin seyahat yasağının bulunduğu gerçeğinin, prens hakkındaki suçlamaları geçersiz kılmaya yetecek delili oluşturması kuvvetle muhtemeldir.

İkinci ihtimale bakıldığında tutuklama operasyonlarının 2015 yılından bu yana devam eden planlamaların son halkası olduğu ihtimalidir. Zira 2015 yılında Kral Abdullah’ın vefatı üzerine Kral Selman göreve gelmiş ve yakın çevresini üst pozisyonlara atamıştı. Muhammed bin Selman ise bu atamalar sonrasında elde ettiği pozisyonları, kendi konumunu sağlamlaştırmak adına kullanmıştı. Burada, Kral Selman’ın bir diğer kardeşi Muhammed bin Saad bin Abdülaziz’in, Mansur el-Şalbub’un, Halid el-Tuwaijri’nin, Emir el-Dabbak’ın, Prens El-Velid bin Talal’ın ve Saad el-Cabri’nin tutuklanması örnek olarak gösterilebilecektir. Üst düzey şahsiyetlerin tutuklanmasının yanı sıra Sahva Hareketi gibi dini hareketlerin üyeleri Awad el-Karni, Ali el-Ömeri ve Selman el-Avde’nin tutuklanmaları ise Muhammed bin Selman’a karşı bir görüş benimseyen veya veliaht prensin politikalarını eleştiren isimlerin sindirilmesini içermektedir. Bununla birlikte, Suudi gazeteci ve Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı’nın 2018 yılında Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda öldürülmesi de esasen veliaht prensin ihtiraslarını ortaya koymuştu.

Üçüncü ihtimal ise Muhammed bin Selman liderliğinde şekillenen Suudi Arabistan dış politikasının birçok sebepten çıkmaza girmesinin yarattığı sorunlara karşılık tutuklama eylemlerinin gerçekleştirilmiş olabileceğidir. Zira, 2015 yılından bu yana süren Yemen müdahalesinde Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyon yeterince ilerleme gösterememiş; sahada güçlü askeri zaferler kazanamamış ve Yemen’in batısındaki Husi ilerleyişini durduramamıştır. Kasım 2019 tarihinde imzalanan Riyad Anlaşması ile Birleşik Arap Emirlikleri destekli milis güçlerini Yemen hükümeti içerisine entegre etme suretiyle Husi karşıtı mücadeleyi güçlendirmek istemişse de başarılı olamamıştır. Nitekim, Mart 2020 itibarıyla Husiler, Suudi Arabistan sınırındaki el-Cevf vilayetini teslim almış ve Suudi Arabistan’ın manevra kabiliyetini azaltmıştır.

Yemen’in haricinde Suudi Arabistan’ın İran ile yaşadığı gerginlikler ve petrol piyasasındaki bir dönem sıkı ortağı olan Rusya ile sorunlar yaşaması da dış politik açmazlara örnek olarak gösterilebilecektir. Suriye, Irak ve Yemen’de İran ile dolaylı yoldan mücadele eden Suudi Arabistan’ın, Amerika Birleşik Devletleri tarafından uygulanan yaptırımlar karşısında ekonomik açıdan zor durumda olan İran ile arka kapı diplomasisi yürüterek müzakerelere başladığı dahi iddia edilmektedir. Ayrıca, son dönemde Rusya ile petrol kesinti miktarı üzerinde anlaşılamaması sonucunda petrol fiyatlarının 30 doların altına inmesi, Suudi Arabistan’ın ekonomik zorluklarının dış politikaya yansımasını beraberinde getirmektedir.

Sonuç olarak, ihtimallere bakıldığında birbirinden ayrı senaryolar ortaya çıkmamakla birlikte, tutuklamalar ile devam eden süreçlerin 2015 yılına kadar geri götürülebileceği söylenebilecektir. Söz konusu ihtimallerin yakın zamanda gerçeğe dönüşmesinin, Suudi Arabistan’daki yönetim yapısı ve krallığın içerisinde bulunduğu ekonomik duruma bağlı olduğu belirtilmelidir. Zira Kıdemli Alimler Konseyi’nin (Yüksek Alimler Heyeti) temsil ettiği dini otoritenin üyelerinin, kraliyet ailesine yakın iş adamlarının ve Muhammed bin Selman ve çevresinin uluslararası figürler ile bağlantılarının, ihtimallerin gerçeğe dönüşmesinde etkili aktörler olarak öne çıkması kuvvetle muhtemeldir.